24 Şubat 2016 Çarşamba

KÖR BAYKUŞ

ÖZGÜN ADI: Buf-i Kuf
YAZAR: Sadık Hidayet
ÇEVİREN: Behçet Necatigil
YAYINEVİ: Yapı Kredi Yayınları
SAYFA SAYISI: 78

Kör Baykuş romanının Yapı Kredi Yayınlarından çıkan 17. baskısı var elimde. Kitabın başında Behçet Necatigil'in İran Edebiyatı ve Sadık Hidayet üzerine bir incelmesi, sonunda ise arkadaşı Bozorg Alevi tarafından yazılan bir Sadık Hidayet biyografisi bulunuyor. Her iki incelemeden Hidayet'in hayatı ve etkilendiği yazar ile akımlar hakkında bilgiye ulaşılabilir. Tüm İran Edebiyatı ve yazarları gibi Sadık Hidayet, üzerinde yeterince düşünülmüş ve eser üretilmiş bir yazar değildir bizim için. Yani dil bilmeyenler için kaynakça epey sınırlı. Bu durum belki başka yazarlar ve eserler için sorun teşkil edebilirdi. Fakat hani vardı ya, Gönül Yarası'nda Meltem Cumbul; "Abi bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerek?" diyordu ya, onun gibi bir kitap işte Kör Baykuş. Kör Baykuş'u okuyup Sadık Hidayet'in acılarını anlamak için İran'ı veya Sadık Hidayet'i bilmeye gerek yok. 

"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar." Bu cümleyle başlıyor kitap. Ve bu acıyı her satıra bazen ince ince bazen kanata kanata işlemiş Sadık Hidayet. Bir kadına olan tutkusunu anlatmış. Kadının kendisi değil bizzat tutkunun açtığı yarayı büyütmüş. Ve yarası öyle büyük, öyle derin ki ne içinde bulunduğu zamanla, mekanla ne de bu dünyayla sınırlı. Ölüp toprak olmak bile Sadık Hidayetin yaralarını söndüremiyor. Kör Baykuş'taki ana karakterin mi demeliyim yoksa? Ben 'Sadık Hidayet'in' demeye devam edeceğim. Çünkü bu roman doğa üstü ögeler ve anlatımlarla dolu olmasına karşın, anlatıcının acılarının kaynağı bu dünyadan. Bu dünyanın sınırlarıyla başı dertte Sadık Hidayet'in. Güzelliğe olan tutkusunu ve romanında güzelliğe bir kadın görüntüsü giydirerek hayatı boyunca o güzellikle kendi içinde verdiği savaşı anlatıyor Sadık Hidayet. O güzelliğe ulaşması mümkün değil, bütün kapıları kapalı. İşte bu mahrumiyetin açtığı yarayla, kendisini çirkinleştirip güzelliği de katleden adamın romanı Kör Baykuş. Hem annesi, hem eşi hem aşık olduğu kadın, hepsi iç içe bir güzellik. Ve hem kayınpederi, hem mezarcı, hem karısıyla birlikte olan boyacı, hem de karısının katili olarak kendisi kambur ve çirkin bir ihtiyar. Bütün bu karmaşanın içinde hayata hiç bir yerinden tutunamayan, geçmiş ve bugünü birbirine karıştıran, çaresizlikleri içinde kıvranan adam... Aslında derinliği bu dünyanın sınırlarını aşan ve fakat sınırların ötesine ulaşma çabası her defasında "maddeye" çarpan insanoğlunun trajedisi değil midir bu? Sonsuzluğu hayal edebilen fakat anlayamayan ve ulaşamayan insanoğlu... Ben bu kitapta bu acıyı gördüm. 

Benim penceremden görünen acı buydu. Sadık Hidayet'in acısı nasıl bir şeydi bilmiyorum ama esaslı bir acı olduğunu biliyorum. Öyle ki; Paris'te günlerce havagazlı bir apartman dairesi aradı. Buldu. 9 Nisan 1951'de dairesine kapandı, ve gaz musluğunu açtı.  10 Nisan 1951 günü dairesinde, baş ucunda yakılmış müsveddeleriyle, tertemiz giyinmiş ve tıraş olmuş halde yatıyor bulundu. İlginçtir ki, yeni bir hikayeye başlamıştı. Konu şuydu;

- Annesi, 'Salgı salamaz ol!' diye beddua eder yavru örümceğe. Küçük örümcek ağ yapamayınca ölüme kurban gider.

İyi okumalar dilerim.

11 Şubat 2016 Perşembe

USTA ile MARGARİTA

ÖZGÜN ADI: Ма́стер и Маргари́та
YAZAR: Mihail Bulgakov
ÇEVİREN: Aydın Emeç
YAYINEVİ: Can Yayınları
SAYFA SAYISI: 573

MİHAİL BULGAKOV


Mihail Bulgakov 1891 Kiev doğumludur. Tıp eğitimi ve doktorluk kariyerinin ardından gazetecilik yapmış fakat nihai kararını yazarlıktan yana vermiştir. Usta ile Margarita'nın yanında önemli eserleri; Köpek Kalbi, Beyaz Nöbet, Şeytani ile Turbinlerin Günü, Moliere Efendi gibi oyunlardır. Yazarlık kariyeri onu neredeyse fakirlik sınırları içinde bırakmıştır. Eserleri yasaklanıp parasız kaldığı dönemde tıpkı Zamyatin gibi Stalin'e yazarak sürgün edilmek istediğini bildirmiş,fakat Stalin'in  kendisine Moskova Tiyatrosu'nda görev vermesiyle sürgün kapıları tamamen kapanmıştır. Bu olaydan sonra kendisine karşı yürütülen karalama kampanyası da bitmiştir. 
Bulgakov bu görevi sırasında Usta ile Margarita'yı yazmaya başlamış ve kitabı tamamlaması yaklaşık 12 yıl sürmüştür. 12 yıl boyunca özellikle kitabın birinci bölümünü defaatle gözden geçirmiştir. Belli aralıklarla incelemeye her defasında ilk bölümden başladığı için ikinci bölüm çok daha az sayıda gözden geçirilmiş bulunmaktadır. Bulgakov'un dış dünyasındaki iniş çıkışlar belki de bir kaç katı ile iç dünyasında yaşanmaktadır. Sakinliğe ulaşamayan ruh halini, iki ayrı fakat iç içe geçmiş öyküyle anlatır kitabında. Pek çok yazardan belki de daha dikkat çekici şekilde kendi hayatını betimlemiştir -Her iki öykünün ortak karakterinin ağzından dökülen "ışığa değil yalnızca rahat ve huzura hak kazandı." ifadesinin kendi adına bir temenni olduğunu düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi.- Bunun en belirgin örneği, evli bir kadın olan Elena'ya olan aşkını Margarita üzerinden anlattığı bölümlerdir. Bir diğer örnek ise, 9 ay sonra babasını ölüme götüren hastalıktan dolayı kendisinin de öleceğini Şeytan'dan öğrenen büfeci karakteri. Tıpkı Bulgakov gibi (fakat romanı yazarken Bulgakov'un bu akıbetten nasıl haberi olabilirdi!) büfecinin de babasını öldüren sebepten ölmesiydi. Büfeci karakteri ile babası karaciğer kanserinden, Bulgakov ve babası ise böbrek hastalığından ölmüşlerdi. 

USTA İLE MARGARİTA

Yukarıda bahsettiğim gibi Usta ile Margarita, öykü içinde öykünün ilk örneklerinden biri. İsa'nın çarmıha gerilmesi hikayesi ile 1930'lu yıllarda Şeytan'ın Moskova'ya inerek insanların içindeki şeytanlığı ustalıkla gün yüzüne çıkarmasının anlatıldığı iki hikayeden oluşuyor kitap. Aslında İsa'nın çarmıha gerilmesi hikayesi, Moskova'da yaşayan Usta'nın kaleme aldığı ve yayınevince basılmasının uygun bulunmadığı kitabın ta kendisi.
Şeytan Woland, yardımcıları kedi kılığındaki ince zekalı Behemoth, baştan çıkarmak ve öldürmekten sorumlu Azazello, Fagatto ve kızıl saçlı kadın Hella ile, para, gösteriş ve iktidarı bütün değerlerin üstünde tutan Moskovalılara yaşattıkları bir dizi acıklı hikaye konu ediliyor. Acıklı çünkü Şeytan ve ekibinin akıl almaz oyunları, kurbanları hiç tükenmeyen bir korku ve endişeye mahkum ediyor. Woland ve ekibinin görünüşleri ile yaşadıkları olaylar fantastik fakat üzerinde durulan şeytanlıklar öyle tanıdık ve gerçekçi ki, hikaye bir yerlerde gerçekten yaşanıyor duygusuna kapıldığımı söylemeliyim. -Ya da bu büyük bir temenni; ne kurtarıcı ne de adalet dağıtıcı ne de cezalandırıcı, Woland bir sanatçı. Kabalığı zeka ve estetikle incelten bir Şeytan, kesinlikle sanatçı ve bu sanatçının gerçekten yaşadığını hayal etmek muhteşem.-


Romandaki mekanlardan en önemlisi olan 50. Dairenin bulunduğu apartman, Bulgakov'un ailesi tarafından Bulgakov müzesi haline getirilmiş. Müzenin girişinde Behemoth ve Azazello'nun heykeli bulunuyor. Bu kitabı okuyun ve gidebiliyorsanız mutlaka o müzeye gidin. Gidemiyorsanız, benim gibi google marifetiyle müzenin içinden çekilmiş fotoğrafları inceleyin. Kitabı okurken özellikle Woland ve ekibinin anlatıldığı kısımlarda gözümün önünden adeta film sahneleri geçti. O sahneler fotoğraf karesi halinde bir bir karşıma çıktıkça Bulgakov'un estetik zekasına yeniden hayran kaldım. Bu zevki Usta ile Margarita sever bütün okurlar yaşamalı.

Esen kalın.